Menu





Son dönemlerde Türkiye’de diş sağlığının farkındalığı yönünde gelişmeler gözlense de henüz çürük ve dişeti hastalıklarında önemli bir gelişme kaydedilememiştir. İyi de piyasaya sürülen onca ağız bakım ürününe ve son 10 yılda ağız bakımının 3 kata yakın artmasına rağmen niye bu sorunlar çığ gibi büyümeye devam ediyor? 

Diş kayıplarında diş çürükleri asıl sebep gibi görünse de dişeti hastalıkları da oldukça büyük bir yüzdeye sahip. Yaşamın erken döneminde çürükler iktidarda iken, yaş ilerledikçe dişeti problemleri de meclisteki sandalye sayısını artırmaktadır.

Aslında her iki hastalık tipinde de sorun, diş dokusu üzerinde plak(eklenti) birikmesinden kaynaklanır. Bir önceki yazıda bahsettiğimiz ideal dizilim, potansiyel kör noktaları devre dışı bırakmaktadır. Bu da besinlerin diş yüzeylerinden kolayca kaymasını sağlayacak ve plak birikimini en aza indirecektir. İşte ideal dizilimin üzerinde bu denli durmamızın asıl sebebi budur. Böyle bir diş dizilimine sahip olmak hem estetik hem de sağlık açısından çok büyük bir avantaj haline gelmektedir.

Diş minesi yeryüzündeki en sert maddelerden biridir. O halde nasıl oluyor da bu kadar sert olan bir yapı bakterilere teslim oluyor? İşte, fırtınalara, sellere, depremlere dayanır dediğimiz diş minesinin talihsiz hikâyesi bakterilerin asit üretimiyle başlıyor. Mikroorganizmalara fırsat verdiğinizde aşamayacakları hiçbir engel yoktur. Ağız ortamı çok sayıda ve birçok türde mikroorganizmayla doludur. Ağza dışarıdan besin girişi olmadığı müddetçe suç mahallindeki mikroorganizmalar dilenci edasıyla tükürükten gelen organik maddelerle beslenirler. Ağza besin girdiğinde ise işin yüzü birden değişir. O topal, kör dilencilerin hepsi birden ayaklanıp koşturmaya başlar. O vakit, onların ikiyüzlü olduğunu anlarsınız. Aslında ağza gelen gıdalar yapışkan olmadığında ve basit şeker içermediğinde pek bir problem yoktur. Nitekim dişlerin arasındaki kilit noktalarda hunharca katledilen gıdalar hızla asit çukuruna doğru yol alır. Üstelik iyi bir diş dizilimine sahipseniz ne diş aralarına yemek kaçacaktır, ne de dişlerin üzerinde ciddi bir kalıntı birikecektir. Bu durumda mikroorganizmalar avucunu yalar. Ancak, eğer dişler üzerinde veya arasında plak birikmeye başlarsa çürük ve dişeti hastalıkları için ziyafete davet var demektir. İşler bu raddeye geldiğinde, duruma kayıtsız kalarak dişlerin sağlıklı kalmasını beklemek, sokak ortasına bir çuval altın saçıp eve geçerek dua etmeye benzer. Umutlarınızı boşa çıkarmak gibi olmasın ama ortalık yerde bir yiyecek bıraktığınızda doğanın hükümlerine göre onun katli vaciptir.

Ağızda biriken gıdaların mikroorganizmalarca tüketilmesi sonucu asit üretilir ve diş minesi erimeye başlar. Esasında mikroorganizmalar sürekli olarak, az ya da çok miktarda asit üretmektedir. Tükürükteki mineraller ise diş minesinden çalınanları tekrar ona iade eder. Bu savaş ömür boyu sürmektedir.  Mikroorganizma imparatorluğu günden güne güçlendikçe bu hassas terazinin dengesi bozulmaya başlar. Erimeye devam eden minede bir boşluk oluşur. Böylece çürük başlamış olur. Genel kanı çürüğün siyah olduğu yönündedir. Ancak beyazdan siyaha değişen birçok renkte çürük olabilir. Siyah olarak gördüğünüz yüzeysel renklenmelerin durgun çürük olma ihtimali de vardır. Her lekeli görünen dişin tedavi edilmesi gerekmez. Buna diş hekiminin muayene sırasında karar vermesi gerekir. Oluşan çürükler, diş fırçasının temizleyebileceği alanda ise ve diyetinizi düzelttiyseniz, tükürük akışınızda da problem yoksa oluşan bu çürüklerin ilerlemesi durabilir.

Mikroorganizmalarla vücut arasında ölene kadar süren bu savaşın galibini belirleyecek olan faktör ise çok açıktır. Kaleyi kuşatma altında tutan mikroorganizmaların bu sağlam surları aşması için sürekli olarak takviye askere ve bu askerleri sürekli olarak beslemeye ihtiyacı vardır. Tarih boyunca tüm kuşatmalar göstermiştir ki, eğer kale içinde yeterli gücünüz varsa saldıran ordunun elindeki kaynaklar tükendiğinde kuşatma başarısızlıkla sonuçlanır. Bereketli topraklar üzerinde iseniz toprağınızda gözü olan çok olur. Nitekim bir canlı öldüğünde doğa yasaları devreye girer ve topraklar mikroorganizmalar tarafından topyekûn işgal edilir.

Çocukluk çağında özel durumlar haricinde ileri dişeti hastalıkları pek görülmez. Ergenlik çağından sonra devreye seksüel hormonların da girmesiyle beraber vücut dokularında değişimler başlar. Seksüel hormonlar hastalık yapıcı mikroorganizmalar tarafından besin olarak kullanılabilir. Böylece mikroorganizmaların hedef yelpazesi genişlemiş olur. Sadece ağza gelen gıdalarla yetinmek zorunda olan mikroorganizmalar artık açık açık daha fazlasını isteyebileceklerdir. Tabiri caizse kana susamış hale geleceklerdir.

Kan, mikroorganizmaların üremesini doğrudan etkileyen değerli bir elemente sahiptir. Demir… Dilenci topluluğun içinden, maskesini çıkarıp, hırsla daha fazlasını elde etmek isteyen hastalık yapıcı mikroorganizmalar üst üste dişetine saldırılar düzenlemeye başlarlar. Elbette bu savaşın da galibini belirleyen faktörler vardır. Burada artık vücudun genel sağlığı da işin içine doğrudan katılmaktadır. Bağ dokusu ne kadar sağlıklı olursa dişeti hastalıklarına da direncimiz o kadar artar.

Deriyi koruyucu bir bariyer olarak düşünürsek, ilk bakışta mikroorganizmaların kanımıza dâhil olma şansı yokmuş gibi görünebilir. Deride açılan yaralar haricinde kana açılan birkaç gizli geçit vardır. Bunlardan en önemlisi ve aslında en çok ihmal edileni ağızdır. Ağızda, dişlerin çevresindeki yumuşak dokular mikroorganizmalar için cennete açılan bir kapı gibidir. Elbette ki vücudun stratejisi bu mikroorganizmaları topraklarından uzak tutmak üzerine kuruludur. Bu yüzden diş ve dişeti arasında dişeti oluğu sıvısı dediğimiz yıkama-yağlama yapan bir sıvı bulunmaktadır. Bu sıvı tükürüğün ulaşamadığı yerleri korumakla görevlidir. Lakin vücudun bu kozunun da tükürükte olduğu gibi bir sınırı vardır. Eğer plak uzaklaştırılmayacak olursa mikroorganizmaların savaşı kazanma şansı artacaktır. Plak üzerinde ise diş taşı birikimi artacak, bu alanlar mikroorganizmaların tutunmasını kolaylaştıracaktır. Unutmayın, kör noktaları asla tam olarak temizleme şansınız yoktur ve zamanla mikroorganizmaların dişetinden içeri girip bölgeyi işgal etmeleri sonucu savunma hattı geriye çekilir. Bu durum ya dişetinde cep oluşumu ya da dişetinin çekilmesi şeklinde görülür. Her iki durumda da kemiğin yıkımı, yani savunma hattının geriye çekilişi söz konusudur.

Mikroorganizmalar benzer stratejileri bağırsaklar için de uygulamaktadır. Başrol oyuncuları değişse de senaryo hep aynıdır. Hedefte zengin bir besin ağına sahip olan kan, hedefleyen ise ortama uyum sağlayabilmiş olan hastalık yapıcı mikroorganizmalar. İster dişetinden, isterse bağırsaktan olsun hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın hedef hep aynıdır. Eğer bu süreç zarfında vücudunuz açgözlü mikroorganizmalar için bir savunma hattı oluşturmasaydı, mikroorganizmalar büyük kitleler halinde kana geçebilir ve hastayı ölüme taşıyabilirdi. Dişeti hastalıkları, çürüklerin aksine üvey evlat muamelesi görse de aslında diş çürüklerinden daha önemli bir hastalık tablosudur. Çünkü çürükler neticesinde mikroorganizmalar dişin özüne kadar ilerleyebilir ve çoğunlukla ağrıya sebep olur. Kişi, genellikle çok gecikmeden diş hekimine başvurur. Ancak dişeti hastalıkları birikici etkisi itibariyle kana sürekli bir mikroorganizma karışmasını beraberinde getirir. Süreklilik arz eden bu mikroorganizma terörü uzun vadede vücudu oldukça yıpratır. Vücutta iltihap halini artırarak kalp rahatsızlıklarından böbrek hastalıklarına varana dek birçok hastalığın dozunu artırır. Bazı hastalarda dişeti problemleri öylesine ilerlemiş olur ki, mevcut yara boyutları düz bir yüzeye açıldığında iki avuç içi büyüklüğünde bir yara yüzeyine tekabül edebilir. İyileşmeyen, sürekli saldırı altında olan böyle bir yara mevcudiyeti söz konusu olduğunda mutlak bir zaferden söz edilmesi olasılık dâhilinde bile değildir.

Milyonlarca yıldır toprağın, havanın, suyun içine işlenmiş kurallar oldukça açık. Savaşmayı bıraktığınız an hükmen mağlup sayılırsınız. Ufak bir yüzdeye sahip genetik sebepler haricinde, diş hastalıklarını önlemek elimizdedir. Sorumluluklarımızı göz ardı ederek sonucu kadere bağlamak, mağlubiyete teslim olduğumuzu gösterir.



 
Top